
Hatırlarım, küçükken babamın bana en sık verdiği öğütler şunlardı: "Sakın çekingen durma", "Atılgan ol" , "Girişken ol" idi. "Bir durum söz konusu olduğunda ilk önce sen koş"... Çünkü her baba gibi o da oğlunun kendisi gibi olmasını istiyordu. Hakikaten de babam, gördüğüm en girişken insandır. Onu 3 dakika yalnız bıraktığınızda 8 tane yeni arkadaş edinebilir kabiliyetdedir ve bu insanların ne dil konuştuğu, ne iş yaptığı, nereli oldukları hiç fark etmez onun için...

Hani derler ya "İnsan bir yabancı dil öğrendi mi, diğerleri çorap söküğü gibi gelir" diye; bu durum babam için aynı şekilde ilerliyor. Bu sefer babamın yolu Belgrad'dan geçiyor ve bu defa ona yardım eden Turkce konusabilen Belgradli, Bosnali yolcular oluyor. Etti mi size 4 dil! :)
Ticaretini geliştiren babam, artık trenlere veda edip kendi işini kurmaya karar veriyor ve yolu, bavul ticaretinin en canlı noktası olan Beyazıt'a düşüyor. Birikimlerini değerlendirip aldığı dükkanda ticarete başlıyor. Beyazıt'ın en sıkı müşterileri Polonyalı turistler olunca, ortaya başka bir dil ihtiyacı daha çıkıyor. Bu sefer sadece babam değil, amcalarım da bundan nasibini alıyor. Ailenin ikinci dili artık Lehçe :) Bugün bile hala aralarında gizli bir şey konuşurken Lehçe konuşur babam ve amcalarım...
Babamın Lehçe öğrenmesinin tek sebebi Beyazıt değil. İşlerini geliştirmek için Polonya'ya o kadar çok seyahatte bulunuyor ki, Polonya'da oturum izni alacak hale geliyor. Haliyle pratik yapmak kaçınılmaz oluyor onun için. Böylece, Lehçe ailenin geri kalanına da sıçrıyor. Eve gelen telefonlara cevap vermek zorunda kalan annem ve büyük ablam da artık Lehçe konuşmaya başlıyor mecburen. Sürekli babamın seyahatte olduğunu anlatabilmek için kelime dağarcıkları günden güne artıyor. 5. dili de halleden babam, bu dillerin yanında benzer Slav dillerini de çat pat konuşmaya başlıyor.
Rus turist akınları, babamın zaten çat pat anladığı bu dili de öğrenmesini sağlıyor. Rusça'yı takiben benzer bir dil olan Ukraynaca da peşi sıra geliyor. Ukrayna'da yaşaması da işleri biraz kolaylaştırıyor onun için tabii...

Hem öğütleri hem de bıraktığı genetik mirasla beraber; ben de elimden geldiğince bir kaç dili konuşmaya, öğrenmeye çalışıyorum. Ancak onun pasaportundaki vize sayısına ulaşmak ve konuştuğu kadar dil konuşmak için önümde hala uzun bir yol var! Ama kimbilir, belki ben de kendi çoçuklarıma daha çok baba sağlayabilirim.
Bir dili konuşmak için en iyi yol pratik yapmaktan geçer; bunu da en iyi o dilin anavatanında gerçekleştirebilirsiniz. Bunun yanında bir yabancı dili konuşabildikten, size açılan o geniş dünyanın varlığını gördükten sonra; içinizdeki keşfetme dürtüsü sizi hiç rahat bırakmayacak. Şimdi durmayın; fırsatınız varken ve gücünüz yetiyorken başlayın bavulunuzu hazırlamaya... "Benden geçti artık" diyenler varsa aranızda, doğum tarihinizi bir daha kontrol etmenizi rica ederim. Zira hiçbirinizin 64 yaşından büyük olabileceğini düşünmüyorum henüz... :)
Sevgiler,
Umut Çağatay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder