2010'a veda ederken, yeni yıldan dilekleriniz neler?
Biz EF olarak sizin için sağlık, mutluluk, macera, eğlence, keyif, bol seyahat ve arkadaşlık dolu, muhteşem bir yeni yıl diliyoruz!
Sevgilerimizle,
EF Türkiye
EF Türkiye ekibinin dünyaya açılan penceresi... Seyahat, spor, sanat ve hayata dair her şey bu blogda!
2010 bitiyor... Kimileri için çabuk, kimileri için çok yavaş geçti bu sene... Ama her ne olduysa oldu, 2011’e yepyeni umutlarla girmenin vakti geldi! Tabii ki yeni hediyeler alıp vermenin de :) Yaşasın!
Seattle; Washington eyaletinde bulunan, Amerika'nın kuzey batısının en büyük ticaret merkezi ve dünyanın en büyük 10 şehrinden biri... Starbucks, Boeing ve Amazon gibi çok büyük bütçeli firmaların merkezinin bulunduğu Seattle, iklim olarak her ne kadar Amerika'nın en kuzey noktalarından birisinde olsa da, Pasifik'ten taşınan sıcak su akıntılarının karaya vurduğu ve iklimini ılımanlaştırdığı, her mevsim yağışlı ve ılıman bir bölge...
Şehir, adını kuruluşundan önce bu bölgede yaşayan ve daha sonra göç ettirilmek zorunda bırakılan Kızılderili Duwamish ve Suquamish kabilelerinin önderi Şef Seattle'dan (Si’ahl) alıyor. Seattle; aynı zamanda, dünyaca ünlü Grup Nirvana’nın doğduğu ve ABD'deki ilk genel grevin 1919 yılında başladığı şehir. Seattle'ın Pasifik üzerineden Japonya'ya ne kadar yakın olduğunu, metro ve otobüs istasyonlarında İngilizce uyarıların yanında Japonca uyarıların olmasının yanı sıra etrafınızdaki insanları gözleyerek de rahatlıkla anlayabiliyorsunuz.

Etkinliklerle dolu ve eğlenceli öğrenci şehri Brisbane’in görülmeye değer güzelliklerinden biri de EF okulu :) Art-deco stilindeki geniş sınıflara sahip EF Brisbane okulu, kısa bir süre önce yenilendi. EF tarzı İngilizce eğitim için mükemmel bir ortam sunan bu okulda; modern bir bilgisayar ve dil laboratuvarı, rahat öğrenci salonu, veranda gibi birçok olanak bulunuyor.
”Bu okulda, ülkemden tek kişi benim. Bu, benim için bazen zor oluyor; çünkü çok iyi İngilizce konuşamıyorum ve insanlar beni anlamıyor. Ama bu durumun çok iyi bir tarafını da görüyorum – Her gün daha çok İngilizce kullanıyorum…”
"Wingardium Leviosaa"... Eğer bu sihirli kelimeleri söylerseniz, elinizdeki asanın ucundan kayıp giden bir tüyü uçuşurken görebilirsiniz...
Okurken hayal edemeyeceğimiz bu sürevenlerle dolu seri, Chris Columbus tarafından 2001 yılında filme alındı. Gözümüzde canlandıramayacağımız sahneleri mükemmel şekilde önümüze seren film serisi, bugünlerde sona çok yaklaşmış durumda... Seri başlarken ufacık bir çocuk olan serinin ünlü aktörü Daniel Radcliffe, şu anda Broadway’deki oyunlarda boy gösteren ünlü bir oyuncu haline geldi. Serinin son filmini 2 bölüm halinde çekmeye karar veren yönetmenin ilk filmi, 17 Kasım’da vizyona girdi. İkinci bölüm, 15 Kasım 2011'de 3D olarak gösterime girecek ve Harry Potter efsanesi, genç ve genç kalanların gönlünde hep yaşayacak.

83-87 yılları arasında doğmuş olanlar bilir; bu jenerasyon için dünya çok büyüktür. Öyle bileti alıp hemen Amerika’ya, İngiltere’ye gidemezsin. Korkarsın, çekinirsin... Yurdum insanından başkasını görmediğin için bir tek onu seversin. Anneni, sevgilini özleyeceğini, onlarsız yapamayacağını düşünürsün. “Ben arkadaşlarım olmadan orada ne yaparım” diye için içini yer. E tabii bu nesilde tembellik de vardır.”Kim gidecek şimdi ta oralara?”, “Kim vize almakla uğraşacak?” şeklinde kendi motivasyonunu kendin yok edersin. Zaten bu neslin öğrenciliğinde Erasmus, Work&Travel gibi programlar günümüzdeki gibi popüler değildir. Okulları da doğru dürüst yönlendirmez, aileleri de...Hele dil okullarından haberleri bile yoktur bu grubun. “İngiltere’de ne İngilizce kursu? Onların ana dili zaten İngilizce!” gibi bir düşünce tarzıyla diplerde gezerler. İşte bütün bu tanımlamalara uyan 1985 doğumlu bir delikanlının hikayesi bu... :)
Gel zaman git zaman okulu bitirmiş bu genç. “Bu yaz Work&Travel yapsam mı acaba?” gibi düşünceler ara sıra aklına gelse de, yaz okuluna kalmaktan bir türlü fırsat bulamamış. Hoş, bulsa da gitmeye cesaret edebilecek bir yapısı yokmuş. İngiltere’de ne olacağı belli değilmiş; fakat Bodrum’da kral olurmuş...
Cambridge’e gidip, oranın akademik ve entelektüel yaşamını görmek eminim çok büyük bir deneyim olurdu. Sayısı 100’ü aşkın pub’da eğlenir, uçsuz bucaksız parklarında stres atar ve dünyanın en güzel müzelerini, kütüphanelerini ziyaret ederdim. Burada yapacağım staj, eminim kariyerime akademik açıdan büyük artılar kazandırırdı. Tabii ki orada bir ay bulunup Londra’ya gitmemek olmazdı; dünyanın en lüks, en güzel ve en metropol şehirlerinden biri için bir ya da iki haftasonunu ayırmak eminim az bile gelirdi...
Daha sonra Afrika’nın en güneyi olan gökkuşağı ülkesi olarak adlandırılan Cape Town’a geçerdim. Afrika’da birçok kültürün bir arada barındığı bu başarılı liman kentinde ticaret üzerine staj yapmak çok mantıklı bir karar olurdu. Uçsuz bucaksız kumsallarının, iki okyanusu birbirine bağlayan Ümit Burnu’nun ve tabii ki o meşhur Masa Dağı’nın ihtişamının keyfini sürerdim. Giyecek, yiyecek ve daha birçok konuda fiyatların Türkiye’nin yarısından bile az olması da cabası... Bir yanda taşralı yerel siyahilerin, diğer yanda ise oldukça varlıklı ama yerel olmayan insanların yaşadığı bu masalsı şehir, eminim bana hayatta unutamayacağım anılar yaşatırdı.
Son olarak ise dünyanın en önemli finans merkezlerinden biri olan Hong Kong’u tercih ederdim. Hayatın hiç durmadığı bu şehir eğlenceli ve teknolojik hayatıyla unutulmaz günler geçirmemi sağlardı. Çin yemeklerini ve deniz mahsüllerini doya doya yer, Güneydoğu Asya’nın en büyük eğlence ve deniz parkı olan Ocean Park’ta günlerimi geçirir, devasa alışveriş merkezlerinde alışveriş yapardım. Bunların yanısıra o ışıklı caddeleri ve sonu görünmeyen gökdelenlerinden birinde staj yapmak belki de hayatımın en büyük şansı olurdu. Ticareti, finansı ve üretimi beklide dünyada en iyi beceren insanlardan öğrenmek, kariyerimde birçok basamağı atlamama neden olurdu. Bunun yanında da gitgide popüleritesi ve gerekliliği artan Çince’yi de işime yarayacak kadar öğrenmiş olurdum.
Şoku atlatıp Freising'e gittik ve otelimize yerleştik. Lufthansa zorunlu konaklamamızdan kaynaklanan tüm masraflarımızı karşılamıştı. O geceyi Münih'i tanıyarak geçirmek ve şehrin dokusunu hissetmek istiyordum. İspanya'da beni bekleyen şirket yöneticilerini arayıp durumu anlattım ve ailemi de arayıp iyi olduğumu, fırtınanın dinmesini beklediğimizi, Isar Nehri'nin dibinde güzel bir otelde olduğumu bildirdim. Alplerden gelen bu 300 km uzunluğundaki nehir, kendine has büyüsü olan bir şaheser gibiydi. Gece otelin balkonunda Bavyera çayırlarını sertçe döven rüzgarı dinlerken, nehrin Emma kasırgasından bile etkilenmeden sükunetini koruması beni büyülemişti.
Şehrin akciğerleri olarak kabul edilen Englischer Garten (İngiliz Bahçesi), tarihi dokusunu kaybetmemiş Ludwigstrasse, sporla şehri birleştiren Olympiapark, Alman futbolunun kalbi olarak kabul edilen Allianz Arena Stadium (Bayern Münih'in stadyumu) gibi yapıların hepsi Münih’tedir. Ayrıca Oktoberfest olarak bilinen dünyanın en büyük bira festivali her yıl Ekim ayında 15 gün boyunca burada düzenlenir. Oktoberfest ya da Türkçe çevirisi ile Ekim Festivali, her yıl Eylül ayının son günleri ve Ekim ayının ilk günlerinde düzenlenen 2 haftalık bir festivaldir. Her yıl yaklaşık 6 milyon kişinin katıldığı bu festival, Münih şehrindeki en ünlü olaydır. Alman bira kültürünün en büyük simgesi haline gelmiş olan bu geleneksel olay Münih'i dünyaya tanıtan en önemli olaylardan biridir.
Hızlı yaşamı, kültürel hayatı, kaliteli eğitim olanakları ve görülmesi gereken sayısız güzellikleriyle beni daha uçaktan iner inmez etkisi altına aldı. Londra, kaldığım süre boyunca gittiğim her yerde ayrı bir duygu yaşatan tarifsiz bir deneyimdi.
Özellikle önereceğim yerlerin başında tabii ki Buckingham Sarayı var. Günümüzde hala kraliyet ailesinin resmi olarak konakladıkları yer... İçinde Queen’s Galeri, State Rooms ve Royal Mews’i ziyaret edebiliyorsunuz. Üstelik eğer askerlerin nöbet değişimi seremonisine denk gelirseniz bunu izlemek de ücretsiz. Big Ben Kulesi’nin olduğu Westminster Sarayı, parlamentonun tatil olduğu günler ziyarete açık. Lady Diana’nın evi olan Kensington Palace’da ziyaretçilere açık. Bunların dışında Victoria and Albert Museum, National History Museum ve Madam Tussaud’s giderseniz; bir müzede aklınıza gelebilecek şeylerden kat kat fazlasını bulacağınıza eminim. Üstelik Londra’daki müzelerin çoğunda giriş ücretsiz...

Merhaba! EFormation Türkiye ekibi olarak, bundan sonra size düzenli aralıklara “Bunları biliyor muydunuz?” isimli yazılar yayınlayacağız. Amacımız, bu yazılar sayesinde EF merkezlerimizin bilmediğiniz özelliklerini vurgulayabilmek…
Prag, mükemmel mimarisi ve doğal güzellikleriyle bizi büyüledi ve toprakta yürümüşçesine rahatlamızı sağladı. Vitava Nehri üzerindeki Charles Köprüsü’nde birçok hediyelik eşya satıcısı ve müzisyen vardı. Özellikle Glass Harmonica çalan yaşlı müzisyen, herkesin odak noktası halindeydi. Gezdiğimiz ilginç müzeler ve alınan minik hediyelerle Prag’dan ayrıldık.
Bratislava’dan sonraki durağımız, aynı zamanda Orta Avrupa turumuzun son noktası olan Budapeşte’ydi. Buda ve Peşte olmak üzere ortadan Tuna Nehri’yle ikiye ayrılan şehir, Prag ve Viyana gibi mimari açıdan son derece doyurucuydu. Gece aydınlatması konusunda en iyi gece görüntüsüne sahip şehir ünvanını kazanan Budapeşte’nin kaleden görüntüsü son derece keyifliydi. Havanın diğer merkezlere göre biraz daha soğuk olması sebebiyle vaktimizin çoğunu alışveriş merkezlerinde geçirmek durumunda kaldık. Isınmak için de tabii ki kahvelerimizi eksik etmedik. Yine keyifli bir şekilde kahvelerimizi yudumlarken, gülümsememize sebep olan veren bir olay yaşadık. Oturduğumuz kafede yan masada oturan genç çiftin elinde EF Uluslararası Dil Merkezleri'nin broşürleri vardı. EF’te çalışan iki eğitim danışmanı olarak yüzümüzde hemen bir gülümseme oluştu ama onlar neden gülümsediğimizi anlayamadı. Biz; çalıştığımız firmanın bırakın Avrupa’yı, dünyanın her yerinde gerçekten aktif olduğunu bir kez daha görmenin sevincini yaşıyorduk. Bu durumu hemen genç çifte açıkladık. EF’in İstanbul ofislerinde çalıştığımızı, EF’in gerçekten dünyanın her yerinde aktif olduğunu bilmekten ziyade yaşamanın bizim için çok güzel olduğunu belirtmemle birlikte, onlar da gülümsemeye başladı.
Yurtdışı Akademik Yıl programlarımızı duymayan, bilmeyen kalmadı! 6 ya da 9 aylık yabancı dil kursuna gitmek isteyenlerin bilgi almak üzere geldikleri ilk yer EF Yurtdışı Akademik Yıl programları oluyor. İşte biz de tam bu yüzden istedik ki; kurslarımıza ilk gittiğiniz gün neler yaşanıyor, neler yapılıyor ilk ağızdan dinleyin... Tabii ki bu sadece bir merkezimizde yaşananlar ama şunu söyleyebiliriz, her merkezimiz böyle! Hangi lokasyona giderseniz gidin, sıcak bir atmosferle karşılaşacaksınız. Çünkü önceliğimiz sizin mutluluğunuz... Dilerseniz şimdi EF Toronto okulumuzda ilk gün Akademik Yıl öğrencilerimizin katıldığı partide neler yaşanmış okuyalım.
Roberta: İlk olarak öğrenciler ders programlarını aldı ve sonrasında da EĞLENCE başladı! EF çalışanları ve öğrenciler; tüm aktivite boyunca güldüler, eğlendiler, bilardo oynadılar. Kaynaşmak için oldukça sıcak bir atmosfer vardı.